30 Ekim 2008 Perşembe

FOSİLLER

Atnalı Yengeci
İlk fosil kayıtları 425 milyon yıl öncesine dayanan atnalı yengeci, günümüz sahillerinde aynı şekli ile varlığını sürdüren önemli bir yaşayan fosil örneğidir. Kumsalda rahat yürümesini sağlayan ve bir dümen gibi hareket eden kuyruğu, son derece kompleks birleşik yapıdaki iki gözü ve tüm diğer özel yapıları ile günümüzden 425 milyon yıl önce, bugünkü şekliyle varlığını sürdürmüştür.




450 milyon yıllık atnalı yengeci fosili. Fosilin günümüzde yaşayan atnalı yengeçlerinden hiçbir farkı yoktur. Günümüzden yaklaşık yarım milyar yıl önce de aynı özelliklere ve aynı kompleks donanımlara sahiptir. Bu gerçek, Darwinistlere göre canlıların evrim geçirmeleri gereken bir dönemde evrimin hiçbir şekilde yaşanmadığını açıkça gösterir.




Hamam Böceği
Hamam böceği, bugüne kadar yaşamış olan en eski kanatlı böcektir. Fosil formu bundan tam 350 milyon yıl önce Karbonifer Dönemi'nde ortaya çıkmıştır. Bu canlı, en küçük bir harekete, hatta bir hava akımına karşı bile oldukça hassas olan çeşitli uzantılarıyla, mükemmel kanatlarıyla, nükleer radyasyona bile karşı koyabilecek dayanıklı yapısıyla, 350 milyon yıl önceki halinden farksızdır.


300 milyon yıllık hamam böceği fosili, günümüzde yaşayan hamam böcekleriyle tamamen aynı özelliklere sahiptir. 300 milyon yıllık bu yaşayan fosil, Darwin'in evrim teorisini kesin olarak reddetmektedir.




Okapi
Evrim teorisinin en büyük sahte delillerinden birini çürüten, hatta evrim adına yapılmış önemli bir sahtekarlığı ortaya çıkaran yaşayan fosillerden biri de sayfanın altında resmi görülen Okapi'dir.
Bu canlının bulunan fosilleri Miocene devrine aitti. 1901 yılında ilk defa canlı olarak ele geçirilene kadar, Okapi'nin soyunun tükenmiş olduğu sanılıyordu. Ve bu nedenle de evrimciler tarafından alınıp tamamen sahte bir iddia olan atın evrimi senaryosuna bir ara geçiş canlısı olarak dahil edildi. Ancak Okapi'nin canlı örneğinin ele geçirilmesiyle, atın evrimi senaryosu da ortadan kalkmış oluyordu.
Memelilerin hayali kökeni konusunda "atın evrimi", uzun bir süre boyunca evrimcilerin baş tacı ettikleri bir konuydu. Çeşitli boy sırasına göre canlılar arka arkaya dizilmiş ve aralarındaki anatomik farklılıklar hiç dikkate bile alınmadan bunların atın evrimsel aşamaları olduğu öne sürülmüştü. Yıllar boyunca doğal tarih müzelerinde sergilenen bu seri, evrime bir delilmiş gibi ders kitaplarında bile anlatıldı. Ancak bugün pek çok evrimci, atın evrimi senaryosunun geçersizliğini açıkça kabul etmekte ve bunun tümüyle göz boyamaya dayanan bir sahtekarlık örneği olduğunu itiraf etmektedir.
Kasım 1980'de Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin sorunlarının ele alındığı bir toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger, atın evrimi senaryosunun, fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı olmadığını ve atın kademeli evrimleşmesi gibi bir sürecin hiç yaşanmadığını şöyle anlatmıştır:
Yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan, bugünün daha büyük tek tırnaklı atına, bir dizi kademeli değişim olduğunu öne süren, ünlü atın evrimi örneğinin geçersiz olduğu, uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, değişmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir.
Rensberger'in bulguları doğrudur, atın evrimi adı verilen bir sürecin yaşandığına dair hiçbir kanıt yoktur. At serisi iddiası, tamamen spekülatiftir, gerçeklere dayanmamaktadır ve bu canlıların aralarında anatomik ve fiziksel oldukça büyük farklar bulunmaktadır. Ancak Rensberger'in ihmal ettiği nokta, söz konusu canlıların tümünün soylarının tükenmiş olmadığıdır. 1901 yılında canlı örneği ile karşılaşılan Okapi, evrimcilerin ara geçiş formu olarak sergiledikleri bir canlının günümüzde halen yaşamakta olduğunu göstermiştir. At ile hiçbir ilgisi olmayan, daha çok zebraya benzeyen bu canlı, Miosen Dönemi'nde de (23 - 5.3 milyon yıl önce), şu anda sahip olduğu kompleks özelliklerle yaşamıştır.
Bir yaşayan fosil olan Okapi, evrimin en büyük iddialarından bir tanesini bir kez daha çürütmüştür. Her yönden tutarsızlıklarla dolu olan atın evrimi senaryosu, tamamen ortadan kalkmış, evrimin bir başka utancı olarak rafa kaldırılmıştır. Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden Dr. Niles Eldredge, hala müzenin alt katında duran bu şema hakkında şunları söyler:
Hayatın doğası hakkında her biri birbirinden hayali bir sürü kötü hikaye vardır. Bunun en ünlü örneğiyse, belki 50 yıl önce hazırlanmış olan ve hala alt katta duran atın evrimi sergisidir. Atın evrimi, birbirini izleyen yüzlerce bilimsel kaynak tarafından büyük bir gerçek gibi sunulmuştur. Ancak şimdi, bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları tahminlerin, yalnızca spekülasyon olduklarını düşünüyorum.

Kusursuz Bir Kambriyen Canlısı: Trilobit

Stephen Jay Gould, onu, "herkesin en gözde omurgasız fosili" olarak adlandırmıştı. (R. Levi-Setti, Trilobites: A Photographic Atlas, University of Chicago Press, Chicago, 1975, Trilobite technology) Çünkü trilobit, en iyi korunmuş, mükemmel bir görünüme ve müthiş bir kompleksliğe sahip deniz kabukluları sınıfından, özel bir canlı idi. 530 milyon yıl öncesinin sessiz Dünyası'nda, çok sayıda mercekten oluşan gözleri ile, görüp avlanabilen mükemmel yapısı ile, rahatlıkla yüzüp beslenebilen olağanüstü bir keşifti. Darwin'in ve sonraki yıllarda Darwin destekçilerinin en büyük hayal kırıklıklarından, içinden çıkmaları gereken en büyük problemlerden biriydi. Şu bir gerçektir ki, daha önce de genel hatlarıyla bahsettiğimiz gibi, istisnalar dışında yumuşak dokular kaybolmaya mahkumdur. Çünkü dokular, etrafta bulunan avcıların yemeğidir. Bakteriler ise her yerde çürüyen dokulara karşı hazır bekleyen avcılardır. Yaşam boyunca bu organik moleküllerle beslenirler. (Richard Fortey, Trilobite, "Eyewitness to Evolution", Vintage Books, 2000, s. 27-28) Bizler, işte bu nedenle soyu tükenmiş bir canlının nasıl yaşadığını, hangi organı nasıl ve ne için kullandığını, iç organlarının nasıl bir yapısı olduğunu tam olarak bilemeyiz. Onları tanımamıza, genel anlamda nasıl bir sisteme sahip olduklarını anlamamıza yetecek kadar bilgiyi sağlayan, ancak fosillerin bizlere bıraktıkları izlerdir. Fakat Kambriyen canlıları söz konusu olduğunda, durum değişir. Bu canlılar, yumuşak dokularının büyük bir çoğunluğu ile o kadar iyi korunmuşlardır ki, geride bıraktıkları kalıntılardan, nasıl yaşadıklarını, nasıl beslendiklerini, avcı olup olmadıklarını, hızlı yüzüp yüzmediklerini bilmek mümkündür. Trilobitler ise, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşamış, Kambriyen döneminin en fazla iz bırakan canlılarıdır. İşte bu nedenle, örnekleri bir araya getirerek, bu canlıların özelliklerini detaylı olarak belirlemek mümkün olmuştur. Trilobitin fiziksel özelliklerini genel hatlarıyla şöyle özetleyebiliriz: Trilobitler, arthropoda filumunun alt filumunu oluştururlar ve göğüs bölümleri üç parçadan oluşan eklem bacaklılardır. (Trilobit ismi de bu yapılarından gelmektedir). Bedenlerinde, hem kafalarını hem göğüslerini kaplayan ve keratinden meydana gelen bir kabuk bulunur. Bu canlıların özellikleri, günümüz eklem bacaklıları gibi, kabuklarını değiştirerek gelişmeleridir. Kambriyen fosillerinin yarısından çoğu trilobitlere aittir. Kabuklu canlılar olmaları dolayısıyla fosilleri iyi korunmuştur. Trilobitler detaylı bir beden yapısına, hassas bir sinir sistemine ve birleşik gözlere sahiptirler. Tüm bu özellikleri, kusursuz gelişmiş halleri ile, Kambriyen patlamasının başlarında benzer kompleksliğe sahip birçok diğer filumla birlikte ortaya çıkmıştır. Trilobitin en uzun bölgesi, kafası ile karın bölgesi arasındaki kısımdır. Bu bölge, çeşitli parçalı bölümlerden oluşmaktadır. Bu bölümlerin tümü birbiriyle bağlantılıdır. Her biri diğerine önden ve arkadan küçük menteşe tarzı bağlarla bağlanmıştır. Dışarıdan bakıldığında bir tren görünümü oluşturmaktadır. Bu parçalar, birbirlerine bağlanmış eklemlerdir. Arka kısımları denizin dip kısımlarında oturur vaziyette olsa da bu canlılar, özel eklemler sayesinde kıvrılarak yukarı doğru kalkabilirler. Trilobit, raylara ihtiyacı olmayan bir tren gibi engeller üzerinde hareket edebilir, bükülebilir, dilediği tarafa dönebilir. (Richard Fortey, Trilobite, "Eyewitness to Evolution", Vintage Books, 2000, s. 30-31) Kuyruğa yakından bakınca, bunun da parçalardan oluştuğu anlaşılır. Ama bu parçalar açıkça görünmemektedir. Birbirlerine tam olarak kaynaşmış durumdadırlar. Bazı trilobitlerde, kuyruk kısmı kafa kısmından daha uzundur ve pek çok bölme içerir. (Richard Fortey, Trilobite, "Eyewitness to Evolution", Vintage Books, 2000, s. 30-31) Trilobiti oluşturan her bölmeden çift halinde uzantılar çıkmıştır. Eklemli bacaklar, üç parçadan oluşan bronşiyel uzantılar ve iç organların bulunduğu parçalı yapı, canlının gövde kısmını oluşturur. Canlının kompleks gözlerinin bulunduğu baş kısmında da antenler bulunmaktadır. Bu antenler, dokungaç görevi görmektedirler. Parçalardan oluşan günümüz canlıları, trilobitlerle benzerlik gösterirler. Böcekler, kabuklular, örümcekler, kırkayaklar, birbiri ardına gelmiş çeşitli parçalardan oluşurlar. Bunlar trilobitlerle başka bir ortak özelliği daha paylaşırlar: Eklemli bacakları. İlk bakışta, bir sineğin bacakları ile bir ıstakozun bacakları arasındaki benzerliği anlamak zordur. Ancak her ikisi de aynı şekilde eklemlidir. Her eklem, bir eksen üzerinde ve kendi ekseninde dönebilir. Eklemli bacaklı canlılar arthropodlar olarak adlandırılırlar ve bu nedenle trilobitlerin de arthropodların bir türü olduğu düşünülmektedir. Trilobiti oluşturan her bölmeden çift halinde uzantılar çıkmıştır. İç organların oluşturduğu bölüm, canlının genellikle orta kısmında bulunmaktadır. Orta kısma doğru beliren eklemli bacakların dışındaki diğer uzantılar ise üç parçadan oluşan bronşiyel uzantılardır. Yani, tüm arthropodların mutlaka yapmaları gerektiği gibi, nefes almak ve deniz suyundaki oksijenden faydalanabilmek için kullandıkları solungaçlardır . Kısa bir süre sonra, trilobitlerin baş kısmından çıkan antenler de keşfedilmiştir. Mercek altında incelendiğinde uca doğru incelen ve yine bölmelerden oluşmuş antenler, arthropod bedeninin en gelişmiş koruyucularıdır. Bu antenler, parmakların ve burnun gerçekleştirdiği görevi yapmakta ve canlının kendi çevresini büyük bir hassaslıkla algılamasını sağlamaktadırlar. Trilobitteki bu yapılar, Kambriyen dönemi öncesi canlılarıyla kıyaslanmayacak derecede komplekstir. Bunlar içinde bir tanesi vardır ki optik fizikçilerinin hayal edebileceği en iyi yapıya sahiptir. Bu yapı, muhteşem bir yaratılış sergileyen trilobit gözüdür. Bir trilobit gözü, bu küçük, uzun prizma yığınlarından oluşan bir mucizedir. Uzun, yarım daire şeklindeki göz, yüzlerce, hatta binlerce merceğe sahip olabilir. Bunların her biri farklı yönlerdeki görüntüyü algılar. Bazıları öne doğru bakar, bazıları yanlara, bazıları da arkaya doğru bakar. Merceklerin her biri kendileri için belirlenmiş bir alana odaklanırlar. Böylelikle canlı, her yönden gelen tehlikenin farkında olabilir, avlanabilmek için de büyük bir avantaja sahip olur. Trilobit, günümüz sineklerinin üstte görülen petek gözlerinin yapısına sahiptir. Merceklerin sayısı, kimi trilobitlerde binlercedir. Her bir mercek, odaklandığı bölgenin görüntüsünü algılar. Mercek sayısı ne kadar fazla ise, görüntünün çözünürlüğü de o kadar iyidir. Günümüzden yarım milyar yıl öncesine ait bu mükemmel gözler, kusursuz bir yaratılış harikasıdır. Londra Doğa Tarihi Müzesi paleontologlarından evrimci Richard Fortey, bazı trilobitlerin sahip olduğu gözlerdeki mercek sayısının üç binden fazla olduğunu hesaplamıştır. Üç binden fazla mercek, üç binden fazla farklı görüntünün bu canlıya ulaşması anlamına gelmektedir. Bu da, 530 milyon yıl önce yaşayan bir canlının, göz ve beyin yapısının ne kadar büyük bir kompleksliğe sahip olduğunu ve evrimle hiçbir şekilde meydana gelemeyecek kusursuz bir yapı sergilediğini açıkça göstermektedir. Bu durumu Harvard, Rochester ve Chicago Üniversitelerinden jeoloji profesörü David Raup şu şekilde açıklamıştır: Trilobitlerin gözü, ancak günümüzün iyi eğitim görmüş ve son derece yetenekli bir optik mühendisi tarafından geliştirilebilecek bir tasarıma sahipti. Trilobitlerdeki bileşik göz yapısı, günümüzde yusufçuk böceği ve arı gibi eklem bacaklılarda aynen mevcuttur. Bu göz tipi, trilobitlerde ilk olarak günümüzden 530 milyon yıl kadar önce ortaya çıkmıştır ve günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Eklem bacaklıların "tüm" tarihine yayılan bu "evrimsizlik", Darwinizm'e tam anlamıyla bir reddiye oluşturmaktadır. Kambriyen döneminde son derece kompleks bir canlı yaşamıştır. O dönemin dünyasını mükemmel gözleri ile görebilmiş, mükemmel yapısı ile tüm yeryüzüne yayılmıştır. Canlıların en karmaşık organlarından "göz", hiçbir ara aşama geçirmeden, hiçbir hayali "ilkel forma" sahip olmadan aniden ortaya çıkmıştır. Bu canlının da, sahip olduğu mükemmel gözün de bir evrimsel kökeni yoktur. Çünkü bu canlı da, onun mükemmel gözleri de evrim geçirmemiştir. Bu canlı, sahip olduğu tüm mükemmellikler, tüm kompleks yapılar, hayranlık uyandırıcı gözler ve şu anda göremediğimiz renkleriyle bundan tam 530 milyon yıl önce yaratılmıştır. Onun nasıl özelliklere sahip olduğunu, nasıl yaşadığını, nasıl gördüğünü ve nasıl göründüğünü tam olarak bilen, onu yoktan var edip yaratan Allah'tır. Allah bu gerçeği ayetinde bildirmiştir:
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)

29 Ekim 2008 Çarşamba

FOSİL NEDİR? NASILOLUŞUR?

FOSİL NEDİR?
Fosilleri inceleyen bilimdalına paleontoloji, fosil toplayıp bunlar üzerinde çalışma yapan kişilere de paleontollog denir. Fosiller bir polen tanesi küçüklüğünde ya da dev bir dinazorun kemiği büyüklüğünde olabilir. Bir hayvan ya da bitkinin fosilleşmesi için milyonlarca yıl devam eden bir süreç gerekmektedir. Genellikle hayvan ya da bitkilerin sert kısımları bu uzun süreç boyunca dayanıklılık gösterebilir.
BİTKİ FOSİLLERİ: Genellikle sert tohumlar ve tahta kısımlar fosilleşmiş olarak bulunur. Çiçek ve yaprakların kendileri korunmazlar ancak karbon etkisi onların yapısındaki çok ince detayları dahi korumaktadır.
HAYVAN FOSİLLERİ: Dişler,kemikler ve kabuklar, deri, et, kürk, tüyden daha fazla rastlanan kalıntılardır. Genellikle kemikler bulunur ancak Alaska, Siberya gibi yerlerde nadiren tüm mamut fosiline rastlanmıştır. Bu bölgelerdeki donmuş hayvanlar fosil olarak tümüyle milyonlarca yıl korunmuştur.
KABUKLU DENİZ CANLILARI: Milyonlarca yıl önce denizlerle kaplı olan bölgelerden su geri çekildiğinde kabuklu deniz canlıları çamur, kum ve balçığa gömülmüşlerdir. Bu şekilde fosil olarak milyonlarca yıl korunmuşlardır.
AMBERLER: Ağaç reçinesi içinde sıkışıp kalan hayvan fosilleri.

FOSİLLER NASIL OLUŞUR:
Tarih öncesi zamanda yaşayan canlıların çok az bir kısmı fosil olarak korunmuştur. Birçoğunun ölümü sırasındaki koşullar onların korunması için gerekli şartları oluşturmuyordu. Birçok fosil nehir, göl ve deniz yataklarının çöktüğü bölgelerdeki kayalarda bulunmaktadır. Bugün toplanan hayvan ve bitki fosillerinin çoğunluğu, aslında bu bölgelerin yakınlarında ölmüş ve bu nehir, göl ve deniz yataklarında saklı kalmışlardır. Bu çöken bölgeler onların üzerini örtmüş ve zamanla bazı katmanlar öylesine kalınlaşmıştır ki birçok fosil kalıntısı yokolmuştur. Çökeltiler zamanla iyice sıkışmış ve kayaya dönüşmüştür. Bu kayaların hareket edip, yer değiştirmesi sonucunda içindeki fosil kalıntıları ortaya çıkmıştır. Bu süreç birkaçyüz milyon sürmektedir. Günümüzde kayaların aşınması veya kazı yapılmasıyla bu fosiller ortaya çıkmakta ve toplanmaktadır.
Fosil oluşumu için en iyi koşullar
Nemli çökeltilerde hayvanların ani gömülmesi. Bu ölü hayvan artıklarıyla beslenen canlıların faaliyetini engeller ve ani gömülen hayvanın korunmasını sağlar.
Volkanik külllerdeki ani gömülme. Amerika'nın batısındaki pekçok dinozor kemiği volkanik kül içinde gömülü olarak bulunmuştur.
Sabit ısı koşulları.
Çok yoğun mineral içeren yeraltı suları.


DÜNYANIN ÇEŞİTLİ BÖLGELERİNDEKİ FOSİL
YATAKLARINDAN ÖRNEKLER

MESSEL FOSİLLERİ
Almanya'da Frankfurt yakınlarındaki Messel petrol yatakları Orta Eosen dönemine ait (50 milyon yıllık) dünyaca tanınmış, sıradışı şekilde tam korunmuş, detaylı fosilleriyle tanınır. Messel'in anlamı koyu kahverengi-zeytin yeşili arası göl kiltaşı anlamındadır ve -% 5-20 oranında petrol içerir. Göl, yüksek yerel tektonik hareketlerin olduğu dönemde çökme olan bölgede oluşmuştur. Bu bölgeki tektonik hareketlerin Erken Eosen dönemde aktif olduğu düşünülmektedir. Yer hareketleri yeraltındaki gazların göle ve buradan da atmosfere sızmasına ve bu şekilde bölgedeki canlı organizmaların ölümüne yolaçmıştır. Benzer bir olay 1986 Ağustos'unda Orta Afrika Kamerun Dağlık bölgesinde yaşanmıştır. Nyos volkanik gölü karbondioksit açığa çıkarınca insanlar da dahil olmak üzere kilometrelerce mesafedeki canlıların ölümüne neden olmuştur. Messel petrol yataklarındaki yüksek orandaki siderit (demirli karbonat) buradaki derin sularda bir zamanlar yüksek konsantrasyonda karbondioksit bulunduğuna işaret etmektedir.
Bu bölgedeki fosillerde sadece iskelet ve sert kısımlar kalmamış aynı zamanda yumuşak dokular hatta mide içindeki maddeler de korunmuştur. Burada bulunan 50 milyon yıllık böceklerin metalik yeşil renkleri dahi korunmuştur. Bu bölgede bulunan bir at fosili de tam vücut olarak korunmuştur ve hatta midesinde yediği yiyecekler dahi görülmektedir.
Messel bölgesindeki iklimin günümüz Almanya ikliminden çok farklı olduğu bölgede bulunan tapir, karınca yiyen ve timsah fosillerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca yine fosilleşmiş olarak bulunan Palmiye yaprakları ayrıca iklimin tropik iklim olduğuna işaret etmektedir. Messel Tabakalarının en alt katmanında kum ve çakıl taşı, ortada “petrol taşı” olarak bilinen ince tabakalardan oluşan killi tabaka yeralmaktadır ve en üstte de kum ve çakıl taşı bulunmaktadır. Bunlar o dönemde gerçekleşen çökme sırasında oluşan göl artıklarıdır. Suyla dolan gözenekler bu tabakada büyük bir hacim kaplamaktadır. Zamanla, üst katmanların ağırlığının baskısıyla alt katmanlar iyice sıkışarak kayalaşmıştır. Günümüzde halen Messel kayalarının yüzde kırkı sudan oluşmaktadır. Katmanların iyi durumda olması eskiden burada derin bir göl olduğunu göstermektedir. Normal şartlarda, fosiller katmanların ikiye ayrılmasıyla ortaya çıkarlar. Buradaki kayalar yüksek orandaki su içeriği nedeniyle çok kırılgandırlar ve çıkarma işlemi sırasında örnekleri nemli tutmak için özel dikkat gereklidir. Bu kırılganlık nedeniyle bu fosilleri çıkarmanın en iyi yolu transfer yöntemidir. İğne ve kazıma aletleri kullanılarak fosilin yarısı tabakadan kurtarılır. Fosilin etrafına kilden bir çerçeve oluşturulur. Bu daha sonra hafif hava püskürtülerek kurutulur. İnce bir tabaka reçine uygulanır ve kurutulur. Daha sonra ince bir tabaka reçine daha eklenir. Böylece fosilin yüzeyi renksiz bir sabitleyici ile kaplanmıştır. Sonunda fosil reçine desteğiyle kalıptan çıkarılır.
Messel'de bugüne kadar 10.000 balık fosili bulunmuştur. Bu şimdiye kadar bölgede bulunan kuş ve sürüngen fosillerinin 100 katı kadardır. Bu bölgede yılan, timsah, kaplumbağa, kurbağa, kertenkele ve semender fosilleri bulunmuştur. Bu örnekler tam ve bozulmamıştır. Bunun nedeni de çok derinde hiçbir bozulmaya uğramamış olmalarıdır.
Böcekler ve Örümcekler: Böceklerin üst derilerinin rengi organik pigmentler yerine çoğunlukla yansıyan ışıkla ortaya çıktığı için fosiller hala hayret vericek şekilde renk ve desenlerini korumaktadırlar. Uçan böcekler çok fazla miktardadır ve yarasalar ve kuşlar gibi nehrin üstündeki atmosferde zehirlenmişlerdir. Suda yaşayan böcekler çok fazla miktarda bulunmazlar. Bugün bulunanların ise nehirler yoluyla taşındıkları düşünülmektedir. Deri kalıntıları bazı böceklerin sindirim kanallarında bulunmuştur. Güve kanatlarındaki pullar da korunmuştur. Burada tropik iklim görüldüğü için varolan böcek türlerinin sayısının binlerce olduğu tahmin edilmektedir. Örümcek ve kabuklulara nadir rastlanmaktadır.
Memeliler: Memeliler bu faunanın yüzde yirmisini oluşturmaktadır. Geri kalanı böcek ve balıklardır. Memeli fosilleri arasında at, primat ve kemirgenler vardır. Burada bulunan at fosilinin midesinde yaprak ve meyveler bulunmuştur. Buradaki yarasa ve kuşların alçaktan uçan cinsler olduğu düşünülmekte ve gölün üzerindeki böcekleri avlarken öldükleri düşünülmektedir. Yüksekten uçan yarasalar da vardır ancak çok fazla miktarda değildirler.
Kuşlar : Kuşlar gölün üzerinde uçarken suya düşmüşlerdir. Çok iyi derecede korunmuşlardır. Tüylerdeki her bir barbül, bakteriler tarafından fosil üzerinde tek tek ortaya çıkarılmıştır. Kuşların deri tabakaları korunmuştur. Bakterilerin kendi metabolik işlemleri sonucunda ortaya çıkan ürünler, fosil üzerinde düzgün kil parçacıkları oluşturarak yüzeyi birbirine yapıştırmış ve fosilin yumuşak doku morfolojisini korumuştur. Benzer korunma şekli Brezilya'nın Santana ve Crato tabakalarında da gerçekleşmiştir. Buradaki balık fosillerinin de kas lifleri çok iyi şekilde korunmuştur.

YAŞAYAN FOSİLLER

50 MİLYON YILLIK BALIK FOSİLLERİ
Amerika'nın Wyoming eyaletindeki Green River bölgesinden çıkarılan balık yerken fosilleşmiş 50 milyon yıllık balık fosili.


50 milyon yıllık bu balık fosili Genus Priscacara,
Wyoming'deki dünyanın en ünlü fosil oluşumlarının bulunduğu Green River'da bulunmuştur. Bu balıkta olduğu gibi bölgede bulunan fosillerin yumuşak dokularının büyük bir kısmı aynen korunmuştur.

300 BİN İLA 100 BİN YILLIK AYI FOSİLİ


Günümüzde de yaşayan bu ayı, Rusya'da Ural Dağları'nda bulunmuştur.
146 MİLYON - 65 MİLYON YILLIK ZAR KANATLI FOSİLLERİ
Amber içinde korunmuş Ascalaphidae cinsi yusufçuk larvası. (146 milyon- 65 milyon yıllık)





Çok iyi korunmuş 28 mm boyutunda zar kanatlı, Liaoning, Çin. (146 milyon- 65 milyon yıllık)



155 MİLYON YILLIK YUSUFÇUK FOSİLİ
155 milyon yıllık yusufçuk fosilinin günümüzdeki örneklerinden hiçbir farkı yoktur
DARWIN'İN ÖLÜMÜNE SEBEP OLAN SUİKASTÇİ BÖCEK

Fosiller evrimi reddetmiştir. 150 yıl önce Darwin'in "teorinin zorluklarından biri" olarak sunduğu gerçek, bugün tüm açıklığıyla gözler önündedir.



Dünyanın her yerinde yaygın olarak yaşayan, hızları ve avlarını zehirlemeleri nedeniyle suikastçi böcek olarak anılan, Hemiptera. 120 milyon yıl önceki fosil örnekleri, günümüz suikastçi böcekleri ile aynıdır.
50 MİLYON YILLIK VATOZ BALIĞI

50 milyon yıllık vatoz balığı fosili, Wyoming'de Green River'da bulunmuştur. Mükemmel şekilde korunmuş olan bu fosilde, kuyruk uçlarındaki detaylar dikkat çekicidir. Tüm yapısal özellikleri ile 50 milyon yıllık vatoz fosili, günümüz vatozlarının aynısıdır.

KAMBRİYEN PATLAMASI NEDİR?

Kambriyen dönemi, günümüzde yaşamakta olan tüm çok hücreli grupların birdenbire ortaya çıktığı jeolojik dönemin adıdır. Bu ortaya çıkış öylesine ani ve geniş çaplı olmuştur ki, bilim adamları buna "Kambriyen patlaması" adını vermişlerdir.
Ünlü evrimci paleontolog Stephen Jay Gould bu olayı "yaşamın tarihindeki en dikkate değer ve şaşırtıcı olay" olarak nitelerken, evrimci zoolog Thomas S. Ray, "çok hücrelilerin kökeni konusunun yaşamın başlangıcı kadar olağanüstü bir olay" olduğunu belirtmiştir.
Son 25 yıl içinde Kambriyen dönemiyle ilgili bilgilerde önemli bir artış yaşanmış, Kambriyen patlamasının sıra dışı özellikleri bilim adamlarının büyük ilgisini çekmiştir. Bu konuda çeşitli disiplinlerden gelen bulguları değerlendiren bilim adamları, bu olayın tahmin ettiklerinden de ani gelişen, son derece özgün bir olay olduğunu anlamışlardır. Kambriyen patlamasının özgün karakteristikleri hakkındaki anlayışın pekişmesi, çok hücrelilerin ve genel olarak yaşamın kökeni konusunda güvenilir ve kesin sonuçlar ortaya koyabilecek somut bilgiler sağlamıştır.
Kambriyen dönemi, en erken hayvanların dahi son derece kompleks yapılarla ortaya çıkmış olduklarını göstermektedir.
Bu dönemde yaşamış canlılardan biri Trilobitlerdir.Trilobitler, 530 milyon yıl önce ortaya çıkan en eski canlı türlerinden biridir. Gözleri ise dünyada ortaya çıkan ilk görme sistemidir. Son derece kompleks ve kusursuz bir tasarıma sahip olan bu gözler, evrim teorisinin “canlılık ilkelden gelişmişe doğru evrimleşmiştir” iddiasına öldürücü bir darbe vurmaktadır.
Kambriyen Devri’nde bir anda ortaya çıkmış olan canlı türlerinden biri, “trilobit” olarak bilinen omurgasız deniz canlısıydı. Trilobitlerin gözleri, “petek göz yapısı” adı verilen bir tasarıma sahipti. Gözün içinde, yüzlerce küçük gözcük yer alıyordu. Dahası, bu gözcüklerin her birinde iki ayrı mercek bulunuyordu. “Çift mercek sistemi” denen bu yapı sayesinde trilobitlerin su altında çok detaylı ve berrak bir görüntü elde ettikleri hesaplanmaktadır. Harvard Üniversitesi’nden jeoloji profesörü David Raup; “Trilobitlerin gözü, ancak günümüzün iyi eğitim görmüş ve son derece yetenekli bir optik mühendisi tarafından geliştirilebilecek bir tasarıma sahipti” demektedir. Bu mükemmel göz, 530 milyon yıl önce, bir anda, kusursuz biçimde var olmuştur.
KAMBRİYEN PATLAMASI NEDİR?
Kambriyen dönemi, günümüzde yaşamakta olan tüm çok hücreli grupların birdenbire ortaya çıktığı jeolojik dönemin adıdır. Bu ortaya çıkış öylesine ani ve geniş çaplı olmuştur ki, bilim adamları buna "Kambriyen patlaması" adını vermişlerdir.
Ünlü evrimci paleontolog Stephen Jay Gould bu olayı "yaşamın tarihindeki en dikkate değer ve şaşırtıcı olay" olarak nitelerken, evrimci zoolog Thomas S. Ray, "çok hücrelilerin kökeni konusunun yaşamın başlangıcı kadar olağanüstü bir olay" olduğunu belirtmiştir.
Son 25 yıl içinde Kambriyen dönemiyle ilgili bilgilerde önemli bir artış yaşanmış, Kambriyen patlamasının sıra dışı özellikleri bilim adamlarının büyük ilgisini çekmiştir. Bu konuda çeşitli disiplinlerden gelen bulguları değerlendiren bilim adamları, bu olayın tahmin ettiklerinden de ani gelişen, son derece özgün bir olay olduğunu anlamışlardır. Kambriyen patlamasının özgün karakteristikleri hakkındaki anlayışın pekişmesi, çok hücrelilerin ve genel olarak yaşamın kökeni konusunda güvenilir ve kesin sonuçlar ortaya koyabilecek somut bilgiler sağlamıştır.
Kambriyen dönemi, en erken hayvanların dahi son derece kompleks yapılarla ortaya çıkmış olduklarını göstermektedir.
Bu dönemde yaşamış canlılardan biri Trilobitlerdir.Trilobitler, 530 milyon yıl önce ortaya çıkan en eski canlı türlerinden biridir. Gözleri ise dünyada ortaya çıkan ilk görme sistemidir. Son derece kompleks ve kusursuz bir tasarıma sahip olan bu gözler, evrim teorisinin “canlılık ilkelden gelişmişe doğru evrimleşmiştir” iddiasına öldürücü bir darbe vurmaktadır.
Kambriyen Devri’nde bir anda ortaya çıkmış olan canlı türlerinden biri, “trilobit” olarak bilinen omurgasız deniz canlısıydı. Trilobitlerin gözleri, “petek göz yapısı” adı verilen bir tasarıma sahipti. Gözün içinde, yüzlerce küçük gözcük yer alıyordu. Dahası, bu gözcüklerin her birinde iki ayrı mercek bulunuyordu. “Çift mercek sistemi” denen bu yapı sayesinde trilobitlerin su altında çok detaylı ve berrak bir görüntü elde ettikleri hesaplanmaktadır. Harvard Üniversitesi’nden jeoloji profesörü David Raup; “Trilobitlerin gözü, ancak günümüzün iyi eğitim görmüş ve son derece yetenekli bir optik mühendisi tarafından geliştirilebilecek bir tasarıma sahipti” demektedir. Bu mükemmel göz, 530 milyon yıl önce, bir anda, kusursuz biçimde var olmuştur.

KAMBRİYEN CANLILARI

Kambriyen canlıları fosillerden bazıları şunlardır:
Marella
Walcott tarafından dantelli yengeç olarak adlandırılan Marella, Burgess Shale fosilleri arasında en fazla bulunanlardandır. Sadece Walcott Quarry'de (Walcott'un isminin verildiği fosil alanı) 15.000 Marella örneği toplanmıştır. Marella, üç boyutlu olarak neredeyse tüm özellikleri ile bilinmektedir. Marella'nın ilginç kafa kısmı, dışarıya doğru kıvrılan iki uzantıya sahiptir. Bu uzantılar canlının bütün vücudu boyunca uzanacak büyüklüktedir. İki çift anteni vardır. Bunlardan bir tanesi küçük parçalardan oluşmuş birer uzantıdır. Diğeri ise, çalı şeklinde incelen uçlara sahiptir. Marella'nın vücudu gittikçe küçülen halkalar şeklinde parçalardan oluşur ve bu parçaların her birinden bir çift ayak uzanmaktadır. Küçük organik maddeler ve küçük canlılarla beslendiği sanılan bu canlının antenleri muhtemelen suyun yüzeyindeki bu küçük parçacıkları toplamak içindir. Bacakların dış kısmındaki tüylü uzantılar ise, solunum için kullanılmaktadır.

Canadaspis
Canadaspis, neredeyse sahip olduğu tüm özelliklerle birlikte korunmuş bir fosildir. Canlının, iki tarafından adeta menteşe ile tutturulmuş gibi duran, iki havalandırma kapakçığı bulunmaktadır. Karın kısmı ve gırtlak bölgesi olduğu gibi görünmektedir. Mide bağırsak sistemi de oldukça belirgindir. Canadaspis'in bacakları iki bölüme ayrılmıştır. İç bölüm, parçalar
halindedir ve yürümek için kullanılmaktadır. Burada bulunan ayakların uç kısımları küçük kıskaçlar şeklinde kıvrılmaktadır. Kanata benzer diğer dış bölüm ise, karnın bulunduğu bölgedeki havalandırma kapakçıklarının oradan dışarıya doğru çıkmış durumdadır. Bu kanatsı çıkıntılar, yüzmek ve aynı zamanda da oksijen solunumu yapmak için kullanılmaktadır. Ayakların, küçük organik parçacıkları bulabilmek amacıyla toprağı kazmak için kullanıldığı düşünülmektedir.

Hallucigenia
Sahip olduğu dikenler nedeniyle bu canlı, Burgess Shale fosillerinin en ilginçlerinden biridir. Halluc
igenia'nın gövdesinin çeşitli kısımlarında, tüycüklerden oluşan uzantılar bulunmaktadır. Bundan farklı olarak canlı, dip kısımlarında yuvarlak kabartılar bulunan dikenlere sahiptir. Canlının sahip olduğu tüm uzantılar, mideye dar bir boru ile bağlanmaktadır. Bu borular, gövde boyunca ilerlemektedir. Son derece kompleks bir yapıya sahip Hallucigenia, Kambriyen canlılarının günümüz canlılarından ne kadar farklı olduğunu gösteren en belirgin örneklerdendir.
Çin'de bulunan Hallucigenia örnekleri ise, bu canlının yeni ve çok daha ilginç özelliklerinin bulunmasına neden olmuştur. Burada bulunan Hallucigenia fosilleri, zırhlı loblar içermektedirler. Hallucigenia, yukarıdaki resimlerde de görüldüğü kadarıyla, üzerinde yuvarlak uzantıları ve sırt kısmında izole tabakalar bulunan tırtıla benzer bir canlıdır. Yeni tanımlanan özellikler, Hallucigenia'nın sırtındaki dikene benzer yapıların, koruma amaçlı olduğunu doğrulamaktadır. Alt kısımda ise, kıskaç şeklini alan yedi çift ayak bulunmaktadır.
Odaraia
Odaraia, fonksiyonel özellikleri nedeniyle Burgess Shale canlılarının en dikkate değer olanlarındandır. Canlının oldukça büyük iki gözü vardır. İki havalandırma kapakçığı karın kısmının yanındadır. Kuyruk kısmında, üçlü pervaneye benzer uzantılar bulunmaktadır. Hava kapakçıkları, ön kısımda gözlerin bulunduğu yeri açmak için aniden dururlar. Bu canlının aktif bir
yüzücü olduğu ve büyük gözlerini, beslenmek amacıyla canlı küçük organizmalar aramak için kullandığı anlaşılmaktadır. Odaraia, muhtemelen yukarıdan aşağıya doğru yüzebilecek yeteneğe sahiptir. Böylelikle sürtünme, sahip olduğu büyük hava kapakçıkları nedeniyle minimum seviyededir. Sahip olduğu uzantılar sayesinde canlı yüzebilmektedir. Odaraia'nın baş kısmındaki çıkıntılar küçüktür. Bu da küçük antenlerin ve güçlü alt çenenin bir kanıtıdır.

Anomalokarid
Anomalokarid, en büyük Burgess Shale canlılarındandır. Yaklaşık 45-60 cm'ye varan boyu, kimi zaman 1 hatta 2 metreye kadar ulaşmaktadır. Ananasa benzer ağız yapısıyla bu canlı, avını yakalamaya yardımcı olan uzantılara sahiptir. En büyük uzantılar, başın ön kısmından dışarı d
oğru çıkanlardır ve bunlar muhtemelen avları yakalamak için kullanılmaktadır. Anomalokarid, güçlü çenesinde özel sıralı dişlere sahiptir. Bulunan en büyük uzantılara sahip Anomalokarid'in bu uzantıları yaklaşık 20 cm boyundadır. Çene, avı yakalayabilecek şekilde açılabilmekte ve avın ağza alınabilmesini sağlayacak çeşitli donanımlarla çalışmaktadır. Anomalokarid'in yan kısmı yuvarlak bölümlerden oluşmuştur, bunlar muhtemelen yüzmeyi sağlamaktadırlar.

Günümüzün köpek balıkları gibi Anomalokaridler de kendi ortamlarına mükemmel uyumlu avcılardandı. Bilim adamları, yok olup giden Anomalokaridler'i herhangi bir filum ile bağdaştırabilmek için çok uğraştılar. Ancak tüm tartışmaların sonrasında, Anomalokaridler de kendi filumlarına dahil edildiler.

Pikaia
Pikaia, Walcott tarafından ilk olarak bir deniz solucanı olarak tanımlanmıştır. Ancak sahip olduğu çeşitli özellikler nedeniyle
, omurgalıların da dahil olduğu Chordata filumuna dahil edilmiştir. Bu filumun Kambriyen'de bilinen ilk temsilcisidir. Canlının ön kısmında bir çift kısa dokungaç bulunmaktadır. Gövde kısmı "S" biçiminde kıvrılabilmeyi sağlayan kalın kas bloklardan oluşmuştur. Kuyruk, yüzgeç şeklinde açılmıştır. Pikaia, yerin hemen üzerinde yüzmektedir. Kaslarını kullanarak kendisini dalgalandırmakta ve bu şekilde hareket etmektedir. Yüzgeçleri hareket ettiren özel bir sisteme de sahip olduğu sanılmaktadır.

Opabinia
Opabinia, fosilleri erken Kambriyen yataklarında ele geçirilen, diğerlerinden farklı özelliklere sahip bir canlıdır.
Bedeni bölmelerden oluşuyordu ve yumuşak bir kabuğa sahipti. Kafasında tam beş tane göz bulunuyordu. Daha da ilginci burnunda, hortum gibi bir organa ve bunun ucunda bir yengecinkine benzer kıskaçlara sahipti. Bunu muhtemelen avlarını yakalamak için kullanıyordu.
Bedeninin bölümlerinin her biri bir çift solungaca sahipti. En arka üç parça, kuyruğu oluşturuyordu. Bilim adamları, Opabinia sayesinde, yumuşak bedenli Burgess Shale faunasının zannedilenden çok daha kompleks ve çeşitli olduğunu anlamışlardır.
Insolicorypha
Sadece tek bir örneği bulunan bu Burgess Shale fosili, oldukça ince olmasına rağmen zaman içinde hayret uyandırıcı derecede iyi saklanmıştır. Baş kısım, ilginç bir şekilde iki ayrı parçaya ayrılır.
Bu uzantıların ikisinin de hissetmeye yarayan kısımlar olduğu anlaşılmıştır. Gövde kısmı 19 parçadan oluşur. Gövde kısmında üç tane dokungaça benzer çıkıntı bulunmaktadır. Insolicorypha'nın gövde kısmından çıkan uzantıların her biri 30-40 tüycükle donatılmıştır. Insolicorypha'nın etrafında fana benzer tüylü uzantıların bulunması da bu canlının aktif yüzücü olduğunu göstermektedir. Canlının aktif yüzücü olması, aynı zamanda, onun nadir bulunuşunun da açıklamasıdır. Çünkü aktif yüzücüler, genellikle deniz diplerinde yaşamadıklarından, hızla hareket edip yer değiştiren katmanlar ve kum tabakalarının arasında kalıntı bırakmayabilirler. Bu canlı, günümüz canlılarıyla ilişkilendirilemediğinden, kendine ait bir aile olan Insolicoryphidae'ye dahil edilmiştir.

Branchiocaris
Branchiocaris, iki parçadan oluşan sert bir kabuğa sahiptir. Vücudun ön kısmı, sanki menteşelerle gövdeye bağlanmıştır. Gövde kısmı 40 bölümden oluşmuştur. Bu bölümler, halka şeklind
eki yapılardır. Branchiocaris'in üzerindeki çeşitli uzantılar, büyük kanat şeklinde parçalardan meydana gelir. Gövde üzerindeki bazı uzantıların da bacaklar olduğu anlaşılmıştır. Aynı zamanda mide ve bağırsak sistemi de açıkça görülebilmektedir.
Branchiocaris'in baş kısmında dokungaçlar bulunmaktadır. Oldukça sağlam olan bu kısa uzantılar, dışa doğru kıvrılmış durumdadırlar. Bundan daha uzun olan bir çift başka uzantı ise antenleri oluşturmaktadır ve antenler bir kıskaç şeklinde son bulmaktadır. Uzun yassı uzantılardan meydana gelen kabuk kısmı belirgindir. Muhtemelen deniz dibine yakın yüzen bir canlıdır. Bazen atıklarla, bazen de sabit duran küçük canlılarla beslenmektedir. Tepedeki kıskaçlarını, yiyecekleri doğrudan ağzına götürebilmek için kullanmaktadır. Bu özelliklerinden dolayı arthropodlara dahil edilmiştir.